Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
'' Neler geldi neler geçti felekten , un elerken, deve geçti elekten ''
Sayfa 94 - Zafer Yayınları, 4. BaskıKitabı okudu
Reklam
Püsküllü belâ SULTAN II. MAHMUD zamanında askerlere ve memurlara fes giyme mecburiyeti konulmuştu. Tunuslular'dan alınan fesin, bir de püskülü vardı. Püskül, o zamanlarda eğrilmemiş iplikten yapılan bir tutam saç gibi, fesin tepesine oturtulurdu. Rüzgâr ve yağmurdan biribirine karışan bu iplikler, sevimsiz bir görünüşte olurlardı. Sokaklarda, ellerinde taraklarla püskül tarayıp para kazananlar bile türemişti. Ne var ki, bu püskül, fes giyenlerin başına bir belâ oluyordu. Bu yüzden fese, halk arasında “püsküllü bela" denmeye başlandı.
enteresan
*** Avucunu yala BEKLENDİĞİ HALDE GELMEYEN, umulduğu halde gerçekleşmeyen bir murad veya bir kısmet için, hayâl kuran kimseye, çoğunlukla "avucunu yaladı" derler. Bu söz, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, avuç içlerini veya tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmağa uğraşan ayıların hareketinden alınmadır.
Vurdu diyorlar!
İKİ ADAM birbirleriyle kavga etmişler, biri diğerini döve döve perişan etmiş. Olay etraftan duyulmuş. Dayak atana, sormuşlar: "Ne oldu? Ne yaptın?" Adam da kavga edip, dayak atan kendisi değilmiş gibi, şöyle söylemiş: "Vurdu diyorlar!" Bu deyim, "bir iş yapıp da, yaptığı işten kendisinin bile haberi olmayanlar" için söylenir.
Öhö dedirtmeden vermiyor VAKTİYLE SAF BİR DERVİŞ, “Madem Cenâb-ı Rabbül Âlemin cümle canlının rızkına kefildir, öyle ise ben, şu caminin bir köşeciğinde tüm vaktimi ibadetle geçireceğim. Hiçbir iş yapmayacağım, nasıl olsa rızkım ayağıma gelir," demiş ve kendisine münasip bir köşe bulup, postu sermiş. Bir gün, iki gün, üç gün... derken, şadırvandaki sudan başka boğazından lokma geçmemiş. Biçarenin midesi sırtına yapışmış, artık ne elinde, ne dizinde ne de dilinde, mecâl kalmamış. Bir gün cemaatten hayırsever bir adam, koca bir tepsiyi silme börek doldurup camiye gelmiş. Çoluğa çocuğa, düşküne fakire, etrafta kim varsa böler bölüştürür, verirmiş. Köşesinde iki büklüm, tesbih böceği gibi büzülüp kalmış olan derviş, üzerinde dumanı tüten börek tepsisini görmüş ama, hayırsever adam dervişi görmemiş. Ne yapsın zavallı, büzüştüğü yerden, "öhö öhö öhö de öhö" diye bir işaret vermiş. Sesi duyan adam, tepsinin dibinde kalan üç beş parça böreği de dervişe uzatmış. Derviş, bir yandan börekleri yiyor, bir yandan da kendi kendine söyleniyormuş: "Hey benim Rabbim. Rızkı gönderiyorsun göndermesine de, illâ bi öhö dedirteceksin yani." Bu deyim, "insanın isteklerine kavuşmak istiyorsa, illâ ki, eliyle ya da diliyle, bir gayret göstermesi gerektiğini" anlatmak için kullanılır.
Reklam
Kırk dereden getirdim ab(su) Yine dönmez bu asiyâb (değirmen)
Hem ağlarım, hem giderim Bir kızı gelin ediyorlarmış.Kız, baba evinden ayrılırken hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Biricik kızını böyle hıçkıra hıçkıra ağlarken gören babası: "Kızım bu evlilik sana zor gelecek, istersen gel vazgeç bu işten," demiş. Taze gelin babasının bu söylediklerinden sonra gözlerini silmiş ve: "Yok babacığım. Ben hem ağlarım, hem de giderim," diye cevap vermiş.
Geçme nâmert köprüsünden, koy aparsın su seni Sinme tilki gölgesinde, koy yesin aslan seni
Demokles'in Kılıcı
DEMOKLES, İ.Ö. 400 yıllarında yaşamış, Siraküza hâkimi Diyonisyüs'ün yardımcısıdır. Demokles, sarayında sürülen debdebeden dolayı efendisinin herkesten daha mutlu olduğunu sağda solda abarta abarta anlatırmış. Diyonisyüs, görünüşte çok gösterişli olan bu saray hayatının aslında ne kadar ağır bir sorumluluk ve sıkıntı taşıdığını Demokles'e anlatmak istemiş. Bir gün bir ziyafette, Demokles'i kendi yerine geçirmiş. Hizmetçilere, kendine nasıl hizmet ediyorlarsa Demokles'e de aynı şekilde hizmet etmelerini istemiş. Bu durumdan çok zevk alan, gururu okşanan Demokles, büyük bir keyifle kendinden geçtiği bir sırada, başını yukarı şöyle bir kaldırdığında; tepesinin üstünde, ağzı keskin, sivri bir kılıcın, bir at kılıyla asılı durduğunu birden bire görmüş ve heyecandan elindeki bardağı yere düşürmüş. Böylece iktidar koltuğunun, dışarıdan göründüğü kadar, rahat bir yer olmadığını anlar. Bu deyim, "idarecilerin, makamlarının büyüklüğüne aldanmamaları, o makamların büyüklüğünün, taşıdığı ağır yük ve sorumluluktan geldiğini, hiçbir zaman unutmamaları gerektiği" mânâsında kullanılır.
Reklam
Buyrun cenaze namazına
SULTAN IV. MURAD, kendi devrinde İstanbul'da içve tütünü etmiş. yaktırmış, ısrar edip emrine karşı direnenleri şiddetle cezalandırmış. Dört bir yana hafiyeler zaptiyeler saldırmış bütün bunlar yetmezmiş gibi bizzat kendisi de sık sık, tebdil-i kıyafet edip halkın arasında dolaşırmış. Ancak içki ve tütün müptelâsının gözünü korkutmak için, ne
Bilecen gelsin, bilecen gelsin
ÖKÜZÜN TEKİ, büyükçe bir küpten su içerken, nasıl ettiyse kafasını küpün içine sokmuş, bir daha da çıkaramamış. Kafası küpün içinde, böğürüp dururken, hem sahibi hem etraftaki konu komşu toplanıp gelmişler. Kim ne yaptıysa öküzün başını küpün içinden çıkaramamış. Sonunda, "Bilecen"i çağıralım demişler. Bilecen, köyün bilgesi gibi bir adammış. Her müşkili ona sorarlarmış. O da, bilsin bilmesin bir yol çaresi atıverirmiş ortaya. Bilecen gelmiş, "Kesin öküzün başını" demiş. Kesmişler. Ama öküzün kafası hâlâ küpün içindeymiş. Köylüler, "Öküzün başı çıkmadı ki?" diyecek olmuşlar. Bilecen onlara fırsat vermeden, "Şimdi de kırın küpü" deyivermiş. ... Bu deyim, "halk arasında kendisini bilge ilân eden her müşkil iş için bir parlak(!) fikir ortaya koyanları anlatmak için kullanılır. Bu deyimle eş mânâda bir başka deyim daha vardır: "Akıllı gelini çağırın da, bu müşkili halletsin."
37 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.